Kanuni Sultan Süleyman (2)

Devlet yönetiminde görüş ayrılıkları meydana gelmesi doğaldır. Ancak bu görüş ayrılıkları belli bir konuyla bağlantılıdır. O konunun çözümü veya herhangi bir şekilde gündemden düşmesiyle birlikte bu ayrışma da ortadan kalkar. Bazen ise bu ayrışma çok daha köklüdür. Zira ayrışma konusu geçici değildir ve derin bir ihtilafı yansıtır.

Osmanlı devletinin Yavuz ve Kanuni döneminde elde edilen büyük fetihlerden sonra bir duraklama dönemine girdiğini biliyoruz. Osmanlı devletinin gelişmesinin bir gün duracağı tabii idi. Ancak bu kadar büyüdüğümüz yeter düşüncesinin ya da Osmanlı devletinin yeni fetihlerde çok ihtiyatlı davranması talebi Osmanlı devleti ricalinde Kanuni döneminden çok daha önce ortaya çıkmıştır.
Bunun yanı sıra devlet ricali ya da Osmanlı bürokrasisi devlet büyüdükçe padişahların daha az söz sahibi olmasını istemeye başlamışlardı. Kararlar merkezi bürokrasinin üst katmanlarında alınacak, padişahların işlevi ise bunları onaylamaktan ibaret olacaktı. Görünüşte mutlak karar ve irade padişahlardaymış gibi durum takdim edilecek ama aslında mutlak irade devlet ricalinde olacaktı.

Devlet ricalinin bir konuda ittifak edememesi ya da kendi aralarında kümeleşerek kendilerini daha yüksek görevlere getirerek daha fazla gelir temin etmeleri Osmanlı tarihi boyunca sık sık yaşanan bir olaydı. Bu durum bazen çok büyük çalkantılara sebep oluyordu. Devlet yönetiminde bir anarşi doğuyordu. Padişah, kaybedecek olan hiziple hareket edecek olursa onun bu yanlış kararı kendinin de tahttan indirilmesine ve hatta kellesinin gitmesine sebep olabiliyordu.

Devlet ricalinin önemli bir bölümü İstanbul'un fethini erken ve ihtiyatsız bir karar olarak görmüş ve Fatih'e karşı çıkmışlardı. Bunun başında sadrazam vardı. Bu görevde olan Çandarlı Halil Paşanın Bizanslılardan rüşvet aldığı ya da Osmanlı sülalesiyle paralel bir devamlılık göstermeye başlamış, Çandarlıların tasfiyesi için Çandarlının boynunun vurulduğuna dair şayiaların uydurulduğu büyük bir ihtimaldir. Zira II. Murat döneminde Osmanlılar gerek Varna ve gerekse II. Kosova'da zafer için çok zorlanmışlardı. Çandarlı ve bazı vezirler ve rical İstanbul'u kuşatınca Bizans'la yeni bir Haçlı Seferi arasında sıkışmaktan endişe ediyorlardı. Bu tamamen haksız sayılacak bir endişe değildi.

Fatih'in vefatından sonra II. Beyazıt döneminde Osmanlı devleti tam bir duraklama dönemine girdi. Devlet ricali bu duraklama dönemini devam ettirmek kararında olan ortanca şehzade Ahmet'i destekliyorlardı. Yavuz buna isyan etti. İstanbul'un bugünkü varoşlarında babasının ordusuyla karşı karşıya geldi. Çok az bir gücü olmasına rağmen yenilmedi. Büyük bir cesaret gösterip kuşatmayı yardı. Ünü büyümüştü. Asker, Yavuz'un padişah olup seferlerin başlaması ve yeni ganimetlerin elde edilmesini istiyordu. Yavuz İstanbul'a geldi, Yeniçeri'lerle görüştü ve bir hükümet darbesiyle babasının yerine tahta çıktı.

Yavuz döneminin devlet ricalinin ona nasıl direndiğini bir önceki yazımızda anlatmıştık. Divanı Hümayun hemen hemen her konuda Yavuz'un isteklerine karşı çıkıyordu. İtirazı sadece Yavuz'un geniş kapsamlı İran seferiyle sınırlı değildi. Devlet ricali kendileri varken padişahların devletin işlerine pek fazla karışmasında bir gereklilik görmüyorlardı.

Kanuni tahta çıkar çıkmaz devlet ricaliyle anlaştı. İlk sefer onların istediği gibi Rodos adasına yapıldı. Arkasından Belgrat'ın fethi ve Macar kralıyla savaş vardı. Özellikle Macarlarla yapılacak olan Mohaç Meydan Muharebesi büyük bir savaş olacaktı. Bu çaptaki seferlere ordunun başında Padişah olmadan çıkılması düşünülemezdi. Kaldı ki Kanuni hem asker hem sivil bürokrasiyle iyi geçinen hem de büyük bir komutandı. Mohaç Meydan Muharebesi'nde düşman üç saatte imha edilmişti. Bu tarih boyunca görünen nadir kesin sonuçlu büyük savaşlardandı.

Mohaç seferi, Macaristan'ın fethi ve Macar krallarının Osmanlı devletine bağlanması, Osmanlıları Avusturyalılarla komşu yapmıştı. Osmanlılara göre Batı'da nihai sınırlara ulaşılmıştı. Kanuni'nin seferleri ise giderek azaldılar. Son yıllarında bir sefere çıkmadı.

Osmanlı ordusunun Zigetvar Kalesi'ni almak için yaptığı sefer bunun istisnasıdır. Kanuni bu sefere katıldı. Bunun için askeri bir zorunluluk yoktu. Anlaşılıyor ki padişah cenk meydanlarını özlemişti. Kimbilir, belki de mehter marşı, top sesleri ve kılıç şakırtılarını duyarak, barut kokusunu ciğerlerine çekerek ve bir kalenin daha düşüşünü görerek hayata veda etmek istiyordu.
Gerisinde muhteşem bir dönem bırakmıştı. Diğer taraftan arkasında şehzade kavgaları vardır ki bunlara Sultan Süleyman müdahale etmiş ve evlatlarının canını kendisi almıştı. Geriye II. Selim'den başka şehzade kalmamıştı. Şimdi yerine II. Selim geçecekti.

Peki, kimdi bu II. Selim?

Devamı gelecek yazıya...

Aydın Menderes