Hürrem | Konular | Kitaplar

Fazilet Takvimi

BENİ HAKSIZ YERE İDAM ETTİRİYOR

II. Viyana kuşatmasından sonra, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın, İbrâhim Paşa için idam hükmünü verdiğini... Ecel terleri arasında, yılların tecrübesine sahip İbrahim Paşa'nın ise dilinden,

“Beni haksız yere idam ettiriyor. Fakat Sultân'ıma söyleyin: ‘Merzifonlu'yu vazifesi başında tutsun; Devlet-i Âliye'yi bu girdaptan ancak o çıkarır” cümlelerinin döküldüğünü...

Biliyor muydunuz?

Evet, haksız yere idam edildiğine kani olan paşa, millet hayatında devlet adamının ehemmiyetini bildiği için, onun değerine ve lüzûmuna işâret ediyordu. Çünkü, “kaht-ı ricâl (adam kıtlığı)” sıkıntısının ne olduğunu ve yetişmiş insanın, şalgam gibi tarladan toplanmadığını biliyordu.

BU PÎR’E HÜRMETİM İHTİYARSIZDIR

Fâtih Sultan Mehmed Hân (k.s.) İstanbul’u fethetmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin Asya ve Avrupa toprakları arasındaki birliğini tesis etmiştir. Çünkü o güne kadar devlet, gövdesinden ikiye ayrılmış halde idi. Hz. Fâtih, fetih öncesinde Boğazkesen Hisarı’nı 4,5 ay gibi kısa bir sürede inşa ettirdi. Böylece Yıldırım Hân’ın yaptırdığı Güzelce Hisarı ile İstanbul Boğazı iki yandan kontrol altına alınmış oldu.

Akşemseddin (k.s.) hazretleri, fetih öncesinde Sultan’a

“Cihâda var, ben de seninle bile gelirim!..”

“Siz, sizi sâir halk gibi zannetmiyesüz. Islâh-ı memleketten gayrı nesneye iştigâl göstermeyesüz!..” diyordu.

HEY SULTAN MURÂD’IM VÂ’DEN YAKIN GELDİ!

1451 yılında Edirne’ye bahar erken gelmiştir. Sultan II. Murad Han, bir ikindi vakti Meriç Nehri’nin ortasındaki “Kirişçi” adasında tenezzühe (gezintiye) çıkar. Taze çimenler, kardelenler, bahar yağmurlarıyla yıkanmış toprak kokuları ve çağıldayan ırmağın huşû’ veren sesi... Yanında yalnız İshak Paşa vardır. Bir müddet etrafı seyreder ve Paşa’ya seslenir:

— İshak!Tabiatın güzelliğine bak. İnsan burada kendini dünyadan ayrılmış gibi hissediyor.Doğrusu içimi şu tabiata karşı bir hasret ateşi kapladı.

İshak Paşa:

O ZAMAN KILIÇ VE OK DEVRİ İDİ

Yavuz Sultan Selim Hân, “Mısır’ı fethettiğinde, cesâretini çok beğendiği Mısır ordusu başkumandanı Kurtbay’ı karşısına almış ve onunla harbin neticeleri hakkında uzun bir konuşma yapmıştı.

Kurtbay, Yavuz’un muvaffak oluşunu şöyle izâh ediyordu:

PAŞA, SEN DUYDUĞUNU UNUTMUYORSUN

Meşhur Alman tarihçi Hammer anlatıyor:

Türk ordusu Otlukbeli'nde harp nizâmı almıştı. Sultan Fâtih, yanında duran Gedik Ahmet Paşa'ya,

— Paşa, orduyu teftiş et, biraz sonra cenk başlayacak, dedi.

Gedik Ahmet Paşa emri yerine getirdi ve harp nizâmı almış birlikleri son bir defa tek tek kontrol etti. Şehzâde Bâyezid'in komutasına verilen birlikleri intizamsız görünce, kendisini şiddetli bir lisanla îkaz etti. Şehzâde, bu hâle canı sıkılınca Paşa'yı;

— Günün birinde pâdişah olursam, bunu burnundan getiririm, diye tehdit etti.

Paşa'nın cevabı ise tam bir komutan edâsı taşıyordu:

— Eğer o gün gelirse, ben de bu kılıcı sizin hizmetinizde kuşanmam!

TÜRK KADINLARI AVRUPA’DA HİÇ TANINMAZ

Meşhur tarihçi, ilim ve devlet adamımız Ahmed Cevdet Paşa’nın hanımı Senîha Sultan, bir Fransız diplomatının hanımı olan Madame Simone de La Cherte ile pek çok kez mektuplaşmıştır. Bu mektuplarda, 1911’lerin Osmanlı kadınından birçok mevzuda bilgiler mevcuttur. İşte bunlardan bir tanesi:

“Sevgili iki gözüm,
Biz Türk kadınları, Avrupa’da hiç tanınmayız. Hatta diyebilirim ki, Çin ve Japon kadınları kadar bile tanınmayız. Halbuki Pekin ve Tokyo, Paris’e çok uzaktır. İstanbul ise çok yakındır. Bizim hakkımızda akla hayâle gelmeyecek şeyler uyduruyorlar. Ne ehemmiyeti var. Bizim esir olduğumuzu, kafes içinde birbirine rakip sayısız zevceler topluluğu hâlinde yaşadığımızı sanıyorlar.

İKİNCİ BAYEZİD HÂN’IN TUĞLASI

Sultan II. Bayezid Han rahmetullâhi aleyh, her seferden dönüşünde elbisesine bulaşan tozları toplar ve bir kavanozda biriktirirdi.
Yine bir harp dönüşüydü. Bayezid Han elbisesini çıkartmış, üzerindeki tozları toplamaya başlamıştı. Hanımı Gülbahar Hâtun, merakla sordu:

— Pâdişâhım, merakımı hoş görün, ama, o tozları niçin biriktirdiğinizi sorabilir miyim? Pâdişah:

— Elbette Gülbahar Hâtun, diye karşılık verdi ve devamla, benim senden gizlim yoktur. Bu tozlardan bir tuğla döktürüp mezarıma koyulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü Allah, ayakları Hak yolunda tozlananları cehennem ateşinden koruyacağını buyurmaktadır. İşte Hak yolunda küffarla savaşırken üstümüze bulaşan tozları bu yüzden topluyoruz. Vasiyetimizdir; öldüğümüzde bu tozları kabrime koysunlar.

İTTİHATÇILAR VE İSTANBUL’UN SOKAK KÖPEKLERİ

Bizans zamanında İstanbul’da sokak köpekleri olduğuna dair kayıtlarda fazla bir bilgi olmadığından, bugünkü sokak köpeklerinin atalarının, Hz. Fâtih’in ordusuyla birlikte istanbul’a geldiklerine inanıldığını...

Bu köpeklerin, İstanbul’un günlük hayatının ayrılmaz bir parçası olup, Müslüman halkın bir canlıyı öldürmenin günah olduğuna inandığı için de nesillerinin asırlar boyu sürüp gittiğini... Fakat pekçok başka şeyde olduğu gbi, köpeklerin İstanbul’daki bu uzun saltanat ve keyiflerinin de İttihat ve Terakki zamanında bozulduğunu...

Evvelki senenin sonlarından itibaren geçen sene de yaşadığımız kuduz tehlikesinin, aslında, İstanbul’u 1910’larda ziyaret etmiş ve köpeklerin itlâfı yani zehirlenerek öldürülmesi işinin de ilk defa o zaman bahis mevzuu olduğunu...

ABDESTSİZ İMZA ATMADIM

Sultan 2. Abdülhamid Han, âcil iş zuhur edince gecenin herhangi bir vaktinde uyandırılmasını İster, ertesi güne bırakılmasına rızâ göstermezdi. Bu hususta mâbeyn başkâtibi Esâd Bey, hatıratında şöyle demektedir.

"Bir gece yarısı çok mühim bir haberin imzası için Sultân'ın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı. Acaba Sultân'a bir emri Hak mı vâki oldu? diye endişelendim. Biraz sonra tekrar çaldım, açıldı. Sultân elinde havlu ile yüzünü kuruluyordu. Tebessüm ederek.

EMİRGÛNE (EMİRGAN) BAHÇESİ

Gezdiğimiz bahçelerden Emirgûne (Emirgan) Bahçesi, efendimiz Murad Han zamanında yapılmıştır.

IV. Murad Han Revan seferi sırasında Revan Hanı kaleyi teslim edince, padişahımız; Emirgûne Yusuf'u İstanbul'a getirmiştir. İstanbul'da, Emirgûne Balıçesi'ni kendisine hediye etmiş ve paşalık rütbesi vermiştir. Mirgûn (Emirgûne) oğlu bozuk itikadlı olduğundan itikadını yaymaması için söz alınmıştır. Emîrgûne Yusuf, bu bahçeyi Acem tarzı binalarla süslemiş, bir de hamam yaptırmıştır. Billûr Hamam, gül bahçesinde, bülbüllerin mekânıdır. Bülbüllerin yavrularını besleyişleri, hamamın içinden görünüp seyrine doyum olmaz»

Emirgûne, Murad Han vefat edince sözünde durmadığından, Sultan İbrahim Han veziri Kara Mustafa Paşa tarafından başı kesilmiştir.

17. YÜZYILDA TÜRKİYE'NİN BATI'DAN GÖRÜNÜŞÜ

Sultan Birinci Ahmed Hân (1603–1617) rahmetullâhi aleyh devrindeki Türkiye'nin Avrupa'daki fikir adamları tarafından görünüşü, bu günkü yanlış görüşlerimizden tamamen başkaydı, çok daha mânâlıydı.

O günkü Türkiye, Batı'da fikirlerinden dolayı eziyet edilen, işkence gören mütefekkirler tarafından bir hürriyet beldesi, bir insanlık nümûnesi; olması lâzım geleni mümkün mertebe tahakkuk ettirmiş bir adâlet ülkesi olarak görünüyordu.

Yukarıda anlatılanlara delil; Sultan I. Ahmed Hân'ın saltanatı zamanında yaşamış, Avrupa'daki feci‘ hürriyetsizliğe isyan etmiş, bundan dolayı senelerce hapishanelerde kalmış, idealindeki ülkeyi Civitas Solis (Güneş Beldesi) isimli eserinde tasvir etmiş olan, İtalyan filozofu Campanella'nın sözleridir.

333 YILLIK CİHAD

Fransa'nın Bordeaux Üniversitesi profesörlerinden Marc Berge, bir dergiye yazdığı «Filipinlerde Cihad» yazısında «Filipinler'in güneyinde yaşayan Müslümanlar'ın vermekte oldukları mücadele, her bakımdan gerçek bir İslâm cihadı olarak karşımıza çıkmaktadır. Oradaki Müslümanlar'ın gözünde, her şeyden önce bir siyasî-dinî haklarına kavuşma mücadelesi vardır.» dedi,

4. MURAD'IN DEHŞET VERİCİ «DARP ATIŞI»

IV. Sultan Murâd Han'ın da okçuluk alanında ilgi çekici bir rekoru bulunuyor. Devrin ünlü padişahı bu rekorunu, «darp atışı» adı verilen kalın cisimleri okla delmede elde etti.

Hint İmparatoru Timuroğlu Şah Cihan tarafından kendisine elçisi Emir Zarif Bey ile armağan olarak gönderdiği «Ok işlemez ve kılıç kâr eylemez» diye övgüyle sunulan fil kulağından yapılma ve üzeri gergedan derisiyle kaplı son derece kavî bir kalkanı IV. Sultan Murâd, Musul'da yapılan tören sırasında elçinin gözleri önünde bir ok atışıyla delerek akıllara durgunluk vermişti.

Darp atışlarında son derece usta olduğu bilinen IV. Sultan Murâd, yine ok atışlarıyla delik deşik ettiği 12 zırhı da Mısır halkına gözdağı vermek üzere Kahire Kalesi'nin kapısı üzerine astırmıştı.

1988-01-09
Fazilet Takvimi

ABDÜLMECİD DEVRİNDE DEVLETİN İKTİSÂDÎ MANZARASI

Kuruluşundan beri Devlet-i Aliyye, îrâdına göre masraf ederdi. Me’mûrîn dahi vaktiyle ma’aşlarını alup idârelerini ana uydururlardı. O zaman alafranga hâne ve sâhilhâne yok idi. Sarây-ı Hümâyûn’un idâresi ise pek mazbût bir hâlde idi.

Şehzâdeler kafesnişîn-i mahcûriyyet (muhafaza altında) oldukları gibi kadınlar dahi bir tarafa çıkamazlardı. İstabl-ı âmire masârifi, esbân-ı hâssanın yem ve alef mesârifinden ibâret idi ve ecnebî müsâfirler gelüp de esbâb-ı nakliyyeye ihtiyâcı mess etse, vükelâ dâirelerinden beşer onar donanmış at alınurdu. Bu dürlü şeyler içün Hazîne-i hâssa’ya âid masraf yok idi.

BALKANLARI NASIL KAYBETTİK?

Aşağıda okuyacaklarınız, Ahmet Refik’in “Sultan II. Abdülhamid’in Naaşı Önünde” başlıklı yazısından iktibas edilmiştir:

Bulgarlar, daha 1880 Berlin Kongresi’nden beri müstakil kiliselerine sahip olmak davasında idiler. Sultan Hamid, bu istiklâl verilirse Atina ve Sofya arasında hızlı bir yakınlaşma olacağını bildiğinden, bin bir bahane ile mâni olmuştu.