Birer özne olarak kadın sultanlar
Batı sanat tarihinde önemli bir yer tutan Oryantalist resimlerde Doğu'nun kadınlarına bir nesne olarak fazlaca rastlarız. Binbirgece masallarından tabloları çağrıştıran bu resimlerde haremdeki kadın; evlat, ana, kızkardeş, kısaca "özne" kadın olarak değil, zihinleri süsleyen estetik bir "nesne" olarak teşhir edilir. O figürlerin özlemleri, zevkleri, korkuları, hırsları, erdemleri yoktur. Çünkü oryantalist ressam zihnindeki kadını değil dişiyi resmetmektedir.
Sanki "insan" olmak, yani bir "özne"ye sahip olmak, Batı'ya mahsus bir ayrıcalıktır da Doğulu varlıklara da bu "nesne" rolü uygun görülmüştür. Peki, "kadın" niçin nesneleştirilmiştir? Çünkü nesneleştirmek insanın özünden, kimliğinden soyutlayarak eşyaya dönüştürmektir.
Kadının nesneleştirilmesi ile onun hayatın, tarihin, toplumun dışına itilen ve böylece sömürgeci zihnin "kurtarmak", "demokrasi getirmek" gibi yaftalar altında istediği biçimi verebileceği, "özgürleştirmek" bahanesiyle tahakküm altında tutabileceği zemini mümkün kılar. Çünkü Edward Said'in de işaret ettiği gibi bu "Doğunun Doğululaştırılması" bir başka ifade ile "ötekileştirilmesi" sürecidir. Söz konusu ötekileştirme süreci ise oryantalist resim geleneği ile başlamış ve halen bütün güncelliğiyle devam etmektedir.
Sibel Eraslan'ın bir Endülüs sultanı dışında hep Osmanlı sultanlarının portrelerini bir araya getirdiği "Osmanlı Sarayında Kadın Sultanlar" adlı çalışmasını ise "nesneleştirilen" kadınlara itibarlarını, özneliklerini iade etmenin bir tecrübesi olarak okumak mümkün.
"Ya devlet başa ya kuzgun leşe" iktidar mücadelesinin pahasını açıklayan bir sözdür. Devletin başına talip olduğu için başını feda eden ademoğulları ile doludur tarih. Kadın sultanlar ise devlete talip olanlardan çok devletin talip olduklarıdır. Kâh aşktır bu talebin arka planında duran kâh siyaset. Aşk ile Holifera iken Nilüfer olan da vardır, siyaseten ona kuma olan Asporça ile Theodora da... Devlet kuşu, her konduğuna ayrı bir cilvesini göstermiştir. Çiçek Sultan evladı Cem Sultan'ın baht rüzgârları önünde savrulmasına şahit olarak, Kahire'de garip bir halde iken son nefesini vermiş, Endülüs'ün son emiresi Aişe Sultan ise devlet kuşunun düşüşüne tanıklık etmek zorunda kalmıştır. Eraslan'ın yazarak dokuduğu ve dokunduğu her hayattan, her kadın sultandan bir büyük tablonun parçaları çıkmakta. Bazılarının isimleri konusunda bile tarihçilerin aralarında ihtilafa düştüğü Kadın Sultanlar, Eraslan'ın kaleminde ete kemiğe olmasa da, kâğıda ve hikâyeye bürünüyor ve hasretleriyle, aşklarıyla, hüzünleriyle; sözün özü kaderleri ve kederleriyle görünüyorlar.
İlk padişahın eşi Malhun Hatun'dan son padişahın eşi Nevzad Hanım'a ve son Halife'nin eşi Dürrişehvar Sultan'a uzanan bu kırık çizgiler topluluğunda yer alan kadın sultanlar, sadece kuruluşa, yükselişe, duraklamaya ve çöküşe şahitlik etmemişler elbette... Çünkü kadın sultanlar öncelikle birer evlattır, eştir, anadır... Kimi zaman başrolünde kimi zaman da figürasyonunda yer aldıkları iktidar çatışmaları onları bazen yükseltmiş bazen de susturmuştur.
EVİNİN KADINI HÜRREM SULTAN
Sadece leş olma pahasına devlete talip olan erkekler ya evlat ya da koca olarak bu savaşta rol aldıkları halde tarih sadece onların marifetiyle yapılan bir şeymiş gibi takdim edilmekte ve öylece ezberlenmekte, Hürrem Sultan ise diğer kadın sultanlar arasından "negatif" bir örnek bulunsun diye adeta bir cadı gibi önplana getirilmektedir. Sibel Eraslan'ın da belirttiği gibidir mevzuu: "Tarihçiler hep onun siyasi ihtirasından bahsettiler. Kimse onun sultana olan derin aşkı ve sadakatinden, kocasını vatanı bildiğinden söz etmedi. Korsanlar tarafından küçük yaşta bir esir olarak getirildiği Saray'ında bir melikeden çok kocasına ve çocuklarına sadık klasik anne rolünden kimse söz etmedi." Yani tarih söz ettiklerinden ziyade susup geçtikleri ile kendini elevermekte, bu yüzden de kendisini yazan zihnin ne menem bir şey olduğunu görmezden geldiklerinde deşifre etmek kabil olmaktadır. Bu deşifre işlemi ise bize olmuş, bitmiş, geride kalmış olaylar ve insanların değil bugün içinde bir akvaryumdaki balıklar gibi yer aldığımız "şimdi"nin bize ezberletilenlerden farklı okunabileceğini ve yazılabileceğini gösterir.
ŞAHİ HATUN
Kanuni Süleyman Han'ın hemşiresi, Damat Lütfi Paşa'nın refikası. Şahi Hatun kırk bir nedimenin yelpazesi arasından süzülüp de geçen bahar rüzgarından bile nem kapacak keyfiyette nazik,çiçek bedenli,tül huylu, tül halli bir prenses... Cümle cihan milletini hazırola geçirmiş, cengaver Yavuz Sultan Han'ın bin nazarla büyüttüğü ciğerparesi. Babasından sonra başa geçen Kanuni'nin ise, bir dediğini zinhar iki etmeyerek gönüllediği sevgili kız kardeşi... Sultan hazretleri her akşam yatmadan evvel muhakkak kapısını çalar, hal hatır eder kardeşinin gönlünü yapar...
PERTEVNİYAL SULTAN
2. Mahmut'un zevcesi Pertevniyal Sultan köpek ve kedilerin hadım edilmesine karşıydı... Devrin şehremanetleri sokak köpeklerini toplayıp hıfzısıhha maksadıyla Hayırsız Ada'ya götürüp attığı gece sabahlara kadar ağlamış "başımıza uğursuzluk gelecek" düşüncesiyle bu adamları ölünceye kadar kınamıştır... Valide Sultan'ın emriyle hergün ikindi namazını müteakip Kumkapı civarındaki kedilere asmalarla ciğer ve işkembe azığı çıkarılırdı. Yine Eyüp'te göç vaktine kadar hizmetleri görülecek "Hacı Leylekler" için kurulmuş, kuş sarayları da O'nun adetlerindendi.
SUAVİ KEMAL YAZGIÇ - YENİ ŞAFAK
YAYIN TARİHİ: 01.08.2007
Sanki "insan" olmak, yani bir "özne"ye sahip olmak, Batı'ya mahsus bir ayrıcalıktır da Doğulu varlıklara da bu "nesne" rolü uygun görülmüştür. Peki, "kadın" niçin nesneleştirilmiştir? Çünkü nesneleştirmek insanın özünden, kimliğinden soyutlayarak eşyaya dönüştürmektir.
Kadının nesneleştirilmesi ile onun hayatın, tarihin, toplumun dışına itilen ve böylece sömürgeci zihnin "kurtarmak", "demokrasi getirmek" gibi yaftalar altında istediği biçimi verebileceği, "özgürleştirmek" bahanesiyle tahakküm altında tutabileceği zemini mümkün kılar. Çünkü Edward Said'in de işaret ettiği gibi bu "Doğunun Doğululaştırılması" bir başka ifade ile "ötekileştirilmesi" sürecidir. Söz konusu ötekileştirme süreci ise oryantalist resim geleneği ile başlamış ve halen bütün güncelliğiyle devam etmektedir.
Sibel Eraslan'ın bir Endülüs sultanı dışında hep Osmanlı sultanlarının portrelerini bir araya getirdiği "Osmanlı Sarayında Kadın Sultanlar" adlı çalışmasını ise "nesneleştirilen" kadınlara itibarlarını, özneliklerini iade etmenin bir tecrübesi olarak okumak mümkün.
"Ya devlet başa ya kuzgun leşe" iktidar mücadelesinin pahasını açıklayan bir sözdür. Devletin başına talip olduğu için başını feda eden ademoğulları ile doludur tarih. Kadın sultanlar ise devlete talip olanlardan çok devletin talip olduklarıdır. Kâh aşktır bu talebin arka planında duran kâh siyaset. Aşk ile Holifera iken Nilüfer olan da vardır, siyaseten ona kuma olan Asporça ile Theodora da... Devlet kuşu, her konduğuna ayrı bir cilvesini göstermiştir. Çiçek Sultan evladı Cem Sultan'ın baht rüzgârları önünde savrulmasına şahit olarak, Kahire'de garip bir halde iken son nefesini vermiş, Endülüs'ün son emiresi Aişe Sultan ise devlet kuşunun düşüşüne tanıklık etmek zorunda kalmıştır. Eraslan'ın yazarak dokuduğu ve dokunduğu her hayattan, her kadın sultandan bir büyük tablonun parçaları çıkmakta. Bazılarının isimleri konusunda bile tarihçilerin aralarında ihtilafa düştüğü Kadın Sultanlar, Eraslan'ın kaleminde ete kemiğe olmasa da, kâğıda ve hikâyeye bürünüyor ve hasretleriyle, aşklarıyla, hüzünleriyle; sözün özü kaderleri ve kederleriyle görünüyorlar.
İlk padişahın eşi Malhun Hatun'dan son padişahın eşi Nevzad Hanım'a ve son Halife'nin eşi Dürrişehvar Sultan'a uzanan bu kırık çizgiler topluluğunda yer alan kadın sultanlar, sadece kuruluşa, yükselişe, duraklamaya ve çöküşe şahitlik etmemişler elbette... Çünkü kadın sultanlar öncelikle birer evlattır, eştir, anadır... Kimi zaman başrolünde kimi zaman da figürasyonunda yer aldıkları iktidar çatışmaları onları bazen yükseltmiş bazen de susturmuştur.
EVİNİN KADINI HÜRREM SULTAN
Sadece leş olma pahasına devlete talip olan erkekler ya evlat ya da koca olarak bu savaşta rol aldıkları halde tarih sadece onların marifetiyle yapılan bir şeymiş gibi takdim edilmekte ve öylece ezberlenmekte, Hürrem Sultan ise diğer kadın sultanlar arasından "negatif" bir örnek bulunsun diye adeta bir cadı gibi önplana getirilmektedir. Sibel Eraslan'ın da belirttiği gibidir mevzuu: "Tarihçiler hep onun siyasi ihtirasından bahsettiler. Kimse onun sultana olan derin aşkı ve sadakatinden, kocasını vatanı bildiğinden söz etmedi. Korsanlar tarafından küçük yaşta bir esir olarak getirildiği Saray'ında bir melikeden çok kocasına ve çocuklarına sadık klasik anne rolünden kimse söz etmedi." Yani tarih söz ettiklerinden ziyade susup geçtikleri ile kendini elevermekte, bu yüzden de kendisini yazan zihnin ne menem bir şey olduğunu görmezden geldiklerinde deşifre etmek kabil olmaktadır. Bu deşifre işlemi ise bize olmuş, bitmiş, geride kalmış olaylar ve insanların değil bugün içinde bir akvaryumdaki balıklar gibi yer aldığımız "şimdi"nin bize ezberletilenlerden farklı okunabileceğini ve yazılabileceğini gösterir.
ŞAHİ HATUN
Kanuni Süleyman Han'ın hemşiresi, Damat Lütfi Paşa'nın refikası. Şahi Hatun kırk bir nedimenin yelpazesi arasından süzülüp de geçen bahar rüzgarından bile nem kapacak keyfiyette nazik,çiçek bedenli,tül huylu, tül halli bir prenses... Cümle cihan milletini hazırola geçirmiş, cengaver Yavuz Sultan Han'ın bin nazarla büyüttüğü ciğerparesi. Babasından sonra başa geçen Kanuni'nin ise, bir dediğini zinhar iki etmeyerek gönüllediği sevgili kız kardeşi... Sultan hazretleri her akşam yatmadan evvel muhakkak kapısını çalar, hal hatır eder kardeşinin gönlünü yapar...
PERTEVNİYAL SULTAN
2. Mahmut'un zevcesi Pertevniyal Sultan köpek ve kedilerin hadım edilmesine karşıydı... Devrin şehremanetleri sokak köpeklerini toplayıp hıfzısıhha maksadıyla Hayırsız Ada'ya götürüp attığı gece sabahlara kadar ağlamış "başımıza uğursuzluk gelecek" düşüncesiyle bu adamları ölünceye kadar kınamıştır... Valide Sultan'ın emriyle hergün ikindi namazını müteakip Kumkapı civarındaki kedilere asmalarla ciğer ve işkembe azığı çıkarılırdı. Yine Eyüp'te göç vaktine kadar hizmetleri görülecek "Hacı Leylekler" için kurulmuş, kuş sarayları da O'nun adetlerindendi.
SUAVİ KEMAL YAZGIÇ - YENİ ŞAFAK
YAYIN TARİHİ: 01.08.2007
Konular
- Yahudilerin İbadet Şekli
- Kudüs'ün İngilizler Tarafından İşgali 9 Aralık 1917
- 2. Abdülhamit Han'ın Filistin Hassasiyeti
- İsrailoğullarının Kurtarıcısı Hz. Musa ve İsrailoğullarının Sadakatsizliği
- İsrailoğulları'na Bıldırcın ve Kudret Helvası Nimeti Verildi de Yine Nankörlük Ettiler!
- Hz. Musa'ya "Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!" dediler.
- Hz. Yuşa'nın Eriha'nın Fethinde Suda Yürüme Mucizesi
- Hz . Yuşa ve Bel'am Bin Baura
- Güneşin Batmasını Geciktiren Peygamber Hz. Yuşa...
- Hz. Yuşa'nın Savaş Stratejisi
- Vadedilmiş Topraklar Neresidir?
- Talut-Calut Kıssası ve Kudüs'ün Fethi
- Hz Davut'tan Kur'anı Kerimde Övgüyle Bahsedilirken Tanah'ta Zina ve Adam Öldürmeyle İtham Edilir!!!
- Hz. Davud'un Kılıcı
- Hz. Davud'un Hz. Süleyman'a On Sorusu ve Cennet'ten Gelen Yüzük
- Hz Süleyman'ın Sarayı ve Belkıs
- Hz. Süleyman'a Verilen Saltanat
- Babil Sürgünü , Yahudilerin Kutsal Topraklardan Çıkarılması, Mabedin Yıkılışı
- Ahit Sandığı Yahudiler İçin Neden Bu Kadar Önemli?
- Ahit Sandığının Özellikleri
- Ahit Sandığı Nerede ve Kim Tarafından Muhafaza Ediliyordu?
- Süleyman Mabedi Nasıl Yapıldı?
- Süleyman Mabedinin Özellikleri
- Yahudilik'te Mesih İnancı
- Sebatay Sevi Kimdir?
- Süleyman Mabedi Yerine İkinci Mabedin Yapımı
- Miracın Delili Mescid-i Aksa..
- Hz. Ömer'in Kudüs'ü Fethi
- İsrail Mescidi Aksa'nın Altını Kazmaya Devam Ediyor!
- Yahudiler Mescidi Aksa'nın Altını Neden Kazıyor?