Yanlış tarih algısını düzeltmek yıllar alıyor

‘Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı’ kitabıyla tanınan Osmanlı tarihçisi Dr. Caroline Finkel, tarihî meselelerin ciddiyetle ele alınması gerektiğini, aksi takdirde ortaya konulanın tiyatroyu andıracağını söylüyor.

Dr. Caroline Finkel, ömrünün yarısını Osmanlı tarihi araştırmalarına adamış bir tarihçi. Son 25 yıldır İstanbul’da yaşasa da Türk kamuoyu onu 2007’de yayımladığı ‘Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı’ kitabıyla tanıdı. 1971’de henüz üniversite birinci sınıftayken otostopla gelip her köşesini gezdiği Türkiye’den bir daha kopamamış. Akademisyen olmaya karar verdiğinde çalışmak istediği ilk konu Osmanlı tarihi olmuş. Osmanlı ile ilgili kitaplarının yanında makaleleriyle de adından söz ettiren Dr. Finkel ile Avrupa ve Türkiye’deki güncel tarih meselelerini konuştuk. Röportajda son iki yılını verdiği Evliya Çelebi Kültür Yolu projesi ile Çelebi’nin izinde at sırtında toplam bin kilometrelik Batı Anadolu seyahatine de değindik.

-Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı kitabı kaç sattı?

İyi satılıyor. Türkiye’de 4. baskısı tükendi sanırım. İngiltere ve Amerika’daki nüshaları da çok satıyor. Osmanlı tarihi ile ilgilenen öğrenciler rağbet gösteriyor. Türkçesinin ardından Yunanca, Hollandaca ve Rusçası da yayımlandı. Tam olarak kaç adet satıldığını inanın ben de bilmiyorum.

-Farkı ne? Neden çok satıyor?

Kitabımın geçmişteki örneklerine nazaran en büyük farkı tarafsız bir gözle kaleme alınması. Benzeri başka kitaplar da var Avrupa’da. Ama onların birkaçı tarihçiler tarafından kaleme alınmamıştı. Tarihçi olmayanlar tarafından yazılan bu tür kitapların tarihsel bir değeri de olmuyor hâliyle. Kitabım bu açıdan önemli görüldü.

-İngiltere, Osmanlı arşivleri yönünden zengin. Bu, işinizi kolaylaştırmış olmalı…

İngiltere’de Osmanlılarla ilgili önemli arşivler var (İngilizce). Ekonomi alanında özellikle 19. yüzyıla ait önemli belgeler var. Bunun yanında misyoner arşivleri de önemli. Ama İngiltere tek değil bu konuda. Mesela İtalya’da da ciddi Osmanlı arşivleri var. Keza Macaristan, Bulgaristan gibi ülkelerde de...

-Avrupalı tarihçiler için, Osmanlı, çalışılması kolay bir alan mı?

Aslında çok kolay bir alan değil; ama Avrupa’daki çoğu arşivlerde az ya da çok mutlaka Osmanlı ile ilgili kaynaklar bulabiliyorsunuz. Tarihçiler için önemli olan, kaynaklara ulaşmak.

-Osmanlı’ya karşı hâlâ bir ilgi var mı Avrupa’da?

Hâlâ çok ilgi var. Zaman zaman davet ediyorlar; seminerler, konferanslar veriyorum. İlginin derecesini katılımcılardan anlayabiliyorum. Haziranda da yeni bir sunum için İngiltere’ye gideceğim.

-Avrupa arşivlerinde Osmanlı tarihi çalışan Türk akademisyenler var mı?

İspanyolca öğrenmiş, İspanya-Osmanlı ilişkilerini çalışan Türklerle tanıştım geçenlerde. Türkiye’deki üniversitelerin Rusça, İspanyolca gibi farklı dilleri öğretmeye başlaması önemli bir avantaj sağlıyor genç Türk tarihçilerine. Dil çok önemlidir tarihçilikte. Dili bilirseniz, araştırma bursları da alabiliyorsunuz.

-Sizi Osmanlı’yı çalışmaya iten neydi?

1971’de 18 yaşındayken bir kız arkadaşımla Türkiye’yi gezmeye geldik. İstanbul, Ankara, Antep… Epey dolaştık Anadolu’yu. O gezi kafamda Türkiye ve Türklerle ilgili silinmez izler bıraktı. Akademisyen olmaya karar verince çalışmak istediğim ilk konu Osmanlı tarihi oldu. Bunun yanında 25 yıldır Türkiye’de yaşıyorum. Yılın büyük bir bölümünü İstanbul’da geçiriyorum.

-Türkçeniz gayet iyi. Peki, Osmanlıcanız nasıl?

Üniversitenin ardından bir ara özel sektörde çalıştım. Bankacılık yaptım ama zengin olamadım (gülüyor). Bankacılıktan sıkılınca akademik hayata geri döndüm. Osmanlı tarihi üzerine yüksek lisansa başladım. O yıllarda Osmanlıcayı öğrendim. Uzun yıllar Osmanlı arşivlerinde çalıştım. Hem matbu hem de el yazması eserleri rahatlıkla okuyabiliyorum. Zaten Osmanlıcayı öğrenmek Osmanlı tarihini çalışmak isteyenler için ilk şarttır.

-Siz yurt dışındaki Osmanlı arşivlerinde de çalıştınız. Türkiye’deki arşivleri Avrupa’daki arşivlerle kıyaslamanızı istesem…

Geçmişe nazaran bugünlerdeki hâli ve çalışma sistemi çok iyi. Tasnif ve tetkik bakımından konusunun uzmanı birçok çalışan mevcut Türkiye’deki arşivlerde. Memurların yanında tarihçiler de çıkardıkları yeni metinlerin tasnifini sağlıyor. Çalışanlar hayli eğitimli. Yabancı araştırmacılara yardımcı da oluyorlar. Bu ciddi bir avantaj bence.

-Yeni bir belge bulduğunuzda ne hissediyorsunuz?

Bulduğunuz belge bilinen tarihin dışında yeni bir değerlendirmeye, yeni bir görüşe kapı aralıyorsa hâliyle çok heyecan verici.

-Türkiye’yi de içine katacak şekilde soruyorum, Avrupa’da geçmişe artan bir ilgi görüyor musunuz?

Genel itibarla evet. Mesela İngiltere’de Kraliyet ailesiyle ilgili yeni bir sinema filmi çekildi (The King’s Speech). İlgi oldukça fazla. Bunun yanında yeni tarih kitapları da yayımlanıyor. Aynı durum Türkiye için de geçerli. Bu noktada tek sorun, tarihle uğraşmak bir bakıma lüks. Buna rağmen Avrupa ve Türkiye’de geçmişe ilgi varlığını koruyor. Tarihle ilgilenmek biraz gelirinize bağlı bugünlerde.

-Türkiye’de tarihin yıllarca anakronik bakış açısıyla yorumlandığı ifade edilir. Siz bu değerlendirmeye katılıyor musunuz?

Tarihi anakronik bakış açısıyla yorumlamak, bugünün gözüyle geçmişi değerlendirmek elbette çok sıkıntılı bir durum. Malum diziyi (Muhteşem Yüzyıl) izleme imkânım oldu. Dizi olarak değerlendirmeli belki ama yine de ciddi hatalar var. Mesela ‘masada’ oturuluyor, ‘sandalyeler’ de var. O zamanlar masa kullanılmıyor. Tarih bakımından yanlış aslında.

-Başka ne gibi sorunlar gördünüz?

Diziyi tarihle kıyaslamamak lazım. Tarihle bağdaşmayan yanları var. Mesela harem o dönemde eski saraydaydı, Topkapı Sarayı’nda değildi. Dizide Topkapı Sarayı’nda gibi gösteriliyor. Keman çalınması gibi… O dönemde böyle bir keman çalınmıyordu. Buna benzer başka hatalar da var. Tarih, çekim tekniklerine uyarlanmış sanırım.

-Meselenin kaynağı ne?

Tarihi ekrana taşımak kolay değil, ciddi bir emek istiyor. Mesela geçenlerde bana Kanada’dan bir teklif geldi. ‘Harem’in Gizli Dünyası’nı çekmek istiyorlardı. Danışman olmamı istediler. Başta projeyi kabul etmedim ama ısrarcı oldular. Bir de ben üstlenmesem daha kötü biriyle çalışma durumları olabilirdi. Zira yurt dışındakiler Harem’i Türkiye’de çalışmış tarihçiler kadar net bilmiyor. İki senaryo yolladılar bana. Birincisi Sultan Süleyman’la, diğeri de Harem’in son dönemiyle ilgili. Sultan Süleyman’la ilgili senaryoyu okudum ve çok ciddi düzeltmeler yaptım, bir kısmını da sildim. Çoğu yerde kronoloji ve fikir yanlışlıkları vardı. Referanslar vererek düzelttim hataları ve geri gönderdim. Hiç ses çıkmadı. Bir daha benimle temas kurmadılar. Irkçılığa varan bir çalışmaydı öngörülen. İçine fantezi de konmaya çalışılmıştı. Tabii gerçekle örtüşmeyen bir senaryoydu hayata geçirilmeye çalışılan.

-Tarihi ilgi çekici hâle getirme çabası hakikati bozuyor…

Çoğu zaman danışmanların önerilerine kulak asılmıyor. Zira olayı cazibeli gösterme arzusu var. Mesela ABD’de 2006’da History Channel tarafından hazırlanan Osmanlı belgeseli çok kötüydü. Osmanlı kültürünü hissettirmeyen bir yayındı. İyi danışmanlara rağmen kötü bir yayın ortaya çıktı. Barbar gösteriliyordu Osmanlı.

-Artan tarih bilgisine, yayımlanan onca yeni kitaba rağmen Avrupalıların Osmanlı’ya bakış açısı ‘Barbar Türk’, ‘Hasta Adam’ kıskacından kurtulamadı. Neden?

Aslında akademik anlamda bu anlayışı yıkan eserler çıkıyor bugünlerde Avrupa’da. Ancak halktaki ‘Barbar Türk’ imajının varlığını koruduğu da bir gerçek. Çünkü ‘Türkler geliyor’, ‘Barbar Türkler’ gibi kavramlar kullanılıyor basında. Bunun yanında Avrupa’daki aşırı sağ partiler de Türklere karşı bu söylemleri politika malzemesi yapıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinde ilerlemesine rağmen Avrupa’da Türk karşıtlığı varlığını koruyor. Yayımlanan karikatürler de bunun bir göstergesi.

-Bu bakış açısını değiştirmek o kadar zor mu?

Biz Avrupalı Osmanlı tarihçileri, meselenin doğrusunu biliyoruz. Kitap ve makalelerimizle gerçeği anlatmaya da çalışıyoruz. Ancak bu farklı duruşun halka inmesi, halktaki yerleşik algıyı değiştirmesi çok da kolay değil. Toplumlardaki algıların değişmesi çok yavaş oluyor. Avrupa’daki barbar Türk algısının değişmesi de belki onlarca yıl alacak. Mesela Avrupa tarihini çalışan bazı Alman, Fransız tarihçiler de gerçek Osmanlı’yı bilmiyor. Osmanlı’yı toptan kötü gören bu tür tarihçilerle hâlâ karşılaşıyoruz Avrupa’da.

-Bizdeki tartışmalı dizi de çok izleniyor…

Halk bu tartışma ortamını görmeli ve ona göre izlemeli. Önemli olan tarihi yazanların bıraktığı eserlerdir. Sonuçta bu diziyi izleyen halk yazmayacak tarihi.

-Mesela Batılı bir referans gazetesi sizden diziyle alakalı bir yazı istese nasıl bir değerlendirmede bulunurdunuz?

En başta dizi olduğunu yazardım. Aynı tartışmalar İngiltere’de de oldu. ‘Tudors’ dizisiyle ilgili benzer sorunlar yaşandı. Ama bizdeki durum sizinkinden daha farklıydı, gerçeğe daha yakındı.

-Neden?

Çünkü elimizde İngiliz Kraliyet ailesiyle ilgili daha fazla yazılı kaynak var. Yaşananlar daha net biliniyor. Senaryo gerçeğe daha yakın olabiliyor. Ama Osmanlı’da gayriresmî yazılı kültür zayıf olduğundan, o günlerle ilgili kaynaklar sınırlı olduğundan senaryolarda ciddi boşluklar oluşabiliyor. Bu boşluklar kurguyla kapatılıyor. Bunun yanında Avrupa’da çekimler için ciddi kaynaklar ayrılıyor, detaylara daha sadık kalınıyor. Ben yine de tahammül edemiyorum o dizilere.

-Aynı mesele bazı tarihî romanlar için de geçerli değil mi?

Hayal ile gerçeği karıştırmamak lazım. Bununla birlikte popüler tarih ile tarih romancılığını da karıştırmamak lazım. Tarih, romancılara bırakılamayacak kadar önemli. Elbette tarihî romanlar, popüler tarih kitapları yazılmalı. Bunlar halkı tarihe yaklaştıran unsurlar. Halktan akademik metinleri okuması beklenemez. Ama bu yayınlar gerçek tarih gibi de ele alınmamalı.

-Aksi takdirde ortaya çıkan şey bir tiyatroyu andırıyor…

Tarih ciddiyetle ele alınmalı. Aksi takdirde ortaya konan şey bir tiyatroyu andırır. Mesela vezirler hep kötü adam oluyor, sultanlar hep idam kararı veriyor, cariyeler hep cinsel bir obje olarak kullanılıyor. Aslında kronikler ve belgelerden gördüğümüz Osmanlı bu değildi. Ben bu tür yaklaşımların tümüne karşı çıkıyorum. Son dizide de bu görülüyor. Tam bir tiyatro gibi… Tarih hafife alınabilecek bir konu değildir. Halkın yanlış bilgilenmesi de söz konusu olabilir. Sultan Süleyman’ın elbette özel hayatı vardı ama bu kadar açıkça yazan tek bir metin yok elimizde.

-Harem’i ne kadar biliyoruz? Gösterildiği gibi mi Harem?

Bugün yansıtıldığı gibi değil. Belgeler oranın bir okul olduğunu söylüyor bize. Ama tümüyle bilinmiyor. Bugün yansıtılan harem karelerinin tarihsel yaklaşımla ele alındığını söylemek mümkün değil.

-Peki, tarihi hayallerine göre yorumlayanlar neyi hedefliyor?

İzleyiciyi, okuyucuyu çekmek istiyorlar. Bunun için senaryolara belgelerde olmayan noktaları ekleyebiliyorlar. Bazı yaşananları da farklı yansıtabiliyorlar. Tarih danışmanlarını dinliyorlar ama onların dediklerine göre çalışmıyorlar. Daha çok romantik bir hava oluşturmak istiyorlar. Belki halkın ilgisini çekiyorlar ama halka tam doğruları anlatmıyorlar. Doğru tarihin ekranlara, popüler kitaplara taşınması gerekiyor.

-Modern Türkiye kurulurken Osmanlı’yı yok sayma tavrı tarih aktarımını negatif etkiledi mi?

Ülkelerin geçmişiyle hesaplaşması çok uzun yıllara mal olur. Türkiye’deki hesaplaşmanın sürdüğünü düşünüyorum. Cumhuriyet’in ilk döneminde daha sertti bu hesaplaşma. Şimdi o kadar değil. Bir de sokaktaki Türkler gibi İngilizlerin çoğu da tarihini bilmiyor. Onlar için önemli değil demek ki.

-Bir de neo-Osmanlı tartışması var bugünlerde…

Bence bu tartışma zeminsiz. Ben Evliya Çelebi projesi için Kuzeybatı Anadolu’yu gezdim. Buralardaki Osmanlı eserlerinin tamir edildiğini, yeniden kullanıma açıldığını gördüm. Ama hükümet bunu siyaseten yapmıyor. Osmanlı eserlerini korumak onun doğal görevi. Bunun yanında hükümetin dış politikasını Osmanlılaşma olarak görenler var. Ben buna da katılmıyorum. Türkiye’nin özellikle Ortadoğu’daki arabuluculuk misyonunu önemli görüyorum. Batı ülkeleri diktatörlere destek verirken Türkiye bölgesinde demokrasiye, barışa vurgu yapıyor. Bunu çok önemli buluyorum. Bunun dışında Osmanlılaşması gibi bir durum yok. Zira bu tartışmanın tutarlı bir zemini dahi yok.

“EVLİYA ÇELEBİ’NİN İZİNDE 6 HAFTA AT SÜRDÜM”

-Evliya Çelebi kitabı hazırladığınızı duydum…

Son iki yılımı Evliya Çelebi’ye adadım. İki yıl önce birkaç arkadaşla, Evliya Çelebi’nin hac güzergâhını izledik. Onun gibi ilk etapları at üzerinde katettik. Onun konakladığı noktalarda konakladık, yürüdüğü yollarda yürüdük. Önce Hersek’ten (Yalova) İznik, Bursa, Kütahya’ya kadar, oradan da Afyon, Uşak üzerinden Simav’a kadar yol aldık. Toplam 5 ilden geçip 1000 kilometre yol katettik. Bu seyahatte belirlediğimiz noktalar üzerinden ‘Evliya Çelebi Yolu’ diye bir rehber kitap hazırladık. İki aya kadar yayımlanacak.

-Kitapta neler olacak?

Evliya Çelebi 1611’de doğmuş. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Çelebi’nin 400. doğum yılı dolayısıyla 2011’i ‘Evliya Çelebi’yi Anma Yılı’ ilan etti. Kitaba başladığımızda böyle bir karar alınmamıştı. Ama sanırım anma etkinliklerine ciddi bir katkı sağlayacak çalışmamız. Türkçe ve İngilizce basılacak. Evliya Çelebi hakkında bilgiler de olacak, Hersek-Simav arasındaki seyahat güzergâhı da olacak. Kısacası kitap, bir Evliya Çelebi kültür yolu oluşturma çabasıyla hazırlandı. Yerli ve yabancı turistlere yol gösterecek, Evliya Çelebi’yi dünyaya taşıyacak. Fuarlara katılıyoruz, üniversitelerde Evliya Çelebi konferansları veriyoruz. Avrupa’da da bir Çelebi bilinci oluşturmaya çalışıyoruz. Bu doğrultuda İngiltere’de de Evliya Çelebi konferansı verdim geçen günlerde.

-Başka rotalar da olacak mı?

Evliya Çelebi 1659’da IV. Mehmet ile birlikte önce Bursa’dan Çanakkale’ye, oradan da Balkanlar’a gitmiş. Çanakkale kalelerini incelemiş. Bu güzergâhı Bursa Büyükşehir Belediyesi ile birlikte ikinci bir kültür yolu olarak hazırlamayı düşünüyoruz.

-Kırsal kesime ne gibi katkısı olacak bu kültür yollarının?

Amacımız sürdürülebilir bir Evliya Çelebi kültür yolu oluşturmak. Bu aynı zamanda gezi güzergâhındaki kentlere ve üstelik yol üstündeki köylere ekonomik katkı sağlayacak. Mesela bazı faal olmayan köy okullarında turistlere ücret karşılığında konaklama imkânı verilebilir. At sahipleri aynı şekilde belli bir ücret karşılığında atlarını kiralayabilecek gelen turistlere.

-Evliya Çelebi’yi diğer seyyahlardan farklı kılan ne?

En başta anlatımları, tasvirleri çok etkileyici. Gerçek ile hayali bir arada çok güzel kullanıyor. Gezdiği yerleri çok ayrıntılı anlatıyor. Yeri geldiğinde espriler de kullanıyor.


MESUT ÇEVİKALP - Aksiyon