Şehzadeleri hayata ‘LALA’ hazırlardı

Mum dibine ışık vermez kâidesince, Selçuklu ve Osmanlılarda şehzadelerin terbiyesi, kendinden yaşça büyük, usul-erkân bilir, kültürlü kimselere tevdi edilirdi

Mum dibine ışık vermez sözü meşhurdur. Bunun içindir ki eskiden âlimler çocuklarını okuması için başka bir âlime göndermiş; hükümdarlar çocukları için lalalar vazifelendirmiştir. Çocuğun ev hâliyle gördüğü babasından istifade edememesi bir yana, vaktiyle büyüklerle çocuklar arasında devamlı muhafaza edilen mesâfe ve edeb kâideleri de babanın çocuğuna faydalı olmasına imkân vermezdi. Bunun istisnası belki esnaf ve çiftçi çocuklarıdır. Herkesin baba mesleğini yapmak zorunda olduğu bir devirde, bunlar biraz da mecburen usta-çırak münasebeti çerçevesinde babasından hem iş, hem de edeb öğrenirdi. Mamafih esnaf arasında da çocuğunu başka bir usta arkadaşına çırak veren babalar da az değildi.

EDEP, HER ŞEYDEN ÖNCE
Orta Asya’daki Türk devletlerinde, hakanların oğulları, devlet işlerine alışmak üzere tecrübeli devlet adamlarının yanlarında yetişirler; sonra devletin sağ veya sol kanadına vâli olurlardı. Bu geleneğe uygun olarak Selçuklu Sultanları da şehzâdelerini terbiye edip yetiştirmesi için yüksek rütbeli memurlar vazifelendirirdi. Buna atabey denirdi. Ata, baba demektir. Atabey çocuğa hem din, hem askerlik, hem de siyaset öğretir; edeb kazandırırdı. Ayrıca olgun şahsiyeti ile şehzâdelerin hırsını teskin ederdi. Şehzâde eğer bir vilâyete vâli tayin edilmişse, atabey niyâbeten vilâyeti de idare ederdi. Şehzâde büyüdüğünde de atabey onun müşâviri, veziri, kumandanı olurdu.
Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın lalası meşhur âlim ve vezir Nizâmülmülk idi. Tuğtigin, İldeniz, İmâdeddin Zengi, Muzafferüddin Salgur, Gümüş Tigin Candar, Kara Sungur, Aksungur, Anuş Tigin meşhur Selçuklu atabeyleri idi. Selçuklu Devleti zayıflayıp yıkılmaya yüz tutunca, bu atabeyler bulundukları vilâyetlerde müstakil hükümdar hâlini alıp faydalı hizmetler yapmışlardır. Zengîler, İldenizliler, Salgurlular, Eyyübîler esasında hep birer atabeylik idi.

MÜMTAZ KİMSELER SEÇİLİRDİ
Atabeylik müessesesi Osmanlılarda devam etti. Artık atabeylere lala deniyordu. Padişahlar şehzâdelerine muktedir kumandanlardan lala tayin ederdi. Yeni doğan şehzâdenin hizmetine usta denilen mürebbîler verilirdi. Bir-iki yaşında sütten kesildiğinde, Enderun’un padişahın hususî kalem müdürlüğünü yapan Hasoda mensuplarından üç ağa vazifelendirilirdi. Subay rütbesindeki bu ağalar, güzel giyinen, güzel konuşan, oturup kalkmasını bilen, edeb ve tecrübe bakımından itimada şâyân mümtaz kişilerdi. Şehzâde sancakbeyliğine çıkınca, lalası da beraber giderdi. Lalanın, şehzâde üzerinde büyük tesiri vardı. Şehzâdeler, lalasını seçme hususunda mahdut da olsa söz sahibi olabiliyordu. Nitekim Yavuz Sultan Selim, şehzâdeliği sırasında, Trabzon sancakbeyi iken lala olarak gönderilen bazı şahısları, ilim ve edeb bakımından kâfi görmeyip, bir bahane ile geri göndermişti.
Şehzâdenin dairesi, padişah dairesinin küçük bir modeli idi. Şehzâdenin laladan başka, hizmetine bakan ağaları, harem ağaları, câriyeleri vardı. Şehzâdeler, küçükken Enderûn Mektebi’nde okuyanlardan seçilmiş yaşıtları ile oyun oynardı. Sarayda küçük şehzâdelerin ders gördükleri bir Şehzâdegân Mektebi vardı. Buraya dışarıdan hocalar gelirdi. Haremağalarının kontrolünde idi. Bu mektebin salon ve koridorları çok güzeldir. Duvarları altın yaldızlı nakışlarla ve müzeyyen çinilerle kaplıdır. Yetişkin şehzâdelere, hocaları dâirelerine giderek hususî ders verirdi.
SADRAZAM BİLE OLDULAR
Osmanlılarda lalalığı ile meşhur olmuş ve sonraları bile bu isimle anılmış çok tarihî şahsiyet vardır. Rumeli’nin ilk fâtihlerinden Lala Şahin Paşa, Sultan Murad Hüdâvendigâr’ın; Kıbrıs fâtihi Lala Mustafa Paşa, Sultan II. Selim’in; Macaristan serdarı sadrâzam Lala Mehmed Paşa da Sultan III. Mehmed’in lalası idi. Son asırda hususî lala tayin etmek yerine saray ağaları şehzâdenin terbiyesiyle meşgul olmuş; ayrıca dışarıdan çeşitli hocalar getirtilerek ilim tahsiline itinâ edilmiştir.
Devlet adamlarının yetiştirildiği Enderûn Mektebi’ndeki acemî talebelerin terbiyesiyle meşgul olmak üzere de üst sınıflardan lala tayin edilirdi. Bazen akağalardan da lala tayin edildiği olurdu. Üç-dört acemînin bir lalası olurdu. Aynı lalaya verilen acemîler birbirlerine laladaş derdi. Acemî dışarı çıkmak, hastalığını haber vermek gibi hallerde bile lalasına müracaat ederdi. Lala, acemînin bilmediği şeyi öğretir, buna “lala divan etti” denirdi. Lala, acemîde gördüğü kusuru ikaz ederdi. Buna da “lala nizam etti” denirdi. Enderunlular, dar yerlerde karşılaştıkları zaman, geçmek için birbirlerinden müsaade isterken “lala destur” derlerdi.

LALAYA ASLA MÜDAHALE EDİLMEZDİ
Lala, terbiyesine memur edildiği çocuğun âmiri vaziyetinde idi. Çocuğun tahsil ve terbiyesiyle meşgul olurken, ailesi aslâ müdahale etmezdi. Aksi takdirde lalanın otoritesi sarsılır, çocuğa faydalı olamazdı. Çocuk, lalasının tedbirlerine karşı ailesinden bir yüz bulamadığı için, mecburen lalasını dinleyip iyi yetişmeye bakardı.

Sadece saraya mahsus değildi
Lalalık sadece saraya mahsus değildi. Zenginlerle büyük memurlar, çocuklarının terbiyesi için lala mesâbesinde, bilgisine, edebine, tecrübesine itimad ettikleri kişileri istihdam ederdi. Medreselerde de ileri sınıftaki talebe (danişmend), acemî talebeye (çömez) tahsil ve terbiyesinde yardımcı olur; çömez de usta talebenin hizmetini görür, meselâ çamaşırını yıkar, yemeğini ısıtırdı. Benzer usul bugün Anglo-Saksonlarda da mevcuttur. Kız çocuklarına lala tayin etmek elbette mümkün değildi. Bunlar tahsile verilmeyip “iyi bir ev kızı” olarak annelerinin gözü önünden pek ayırılmamakla beraber, zaman zaman mahallelerdeki “hoca hanım”lara gönderilerek usul ve erkân öğrenmeleri temin olunurdu.

Ekrem Buğra Ekinci