‘Muhteşem Yüzyıl’da göze takılanlar

Tarihî filmlerin tarihi sevdirerek öğrettiğine şüphe yok. Bu işte en ileri olan da bence İngilizlerdir. 1950’lerde parlak Hollywood prodüksiyonlarını da yabana atmamak lâzım. Biz maalesef bu hususta geriyiz.

Geçenlerde çok konuşulan Muhteşem Yüzyıl dizisine de bu cihetten bakılacak olursa söylenecek bazı şeyler var. Günlerdir hakkında o kadar konuşuldu ki seyredince bir bardak suda fırtına koparıldığı hissine kapılıyorsunuz. Ama menfi reaksiyon gösterenleri de mazur görmek lâzımdır.

Senelerdir Osmanlılar hakkında öyle şeyler yazılıp çizildi ki, insanlar ister istemez endişeleniyor. Mamafih film yapımcıları bundan memnun olsa gerek. Reklamın iyisi kötüsü olmaz demişler. Dizide çok şükür ideolojik bir hava sezilmiyor. Hatta tarihe alâkayı arttırmaya yardımcı bile olabilir. Namazı ile, duası ile, güçlü karakteri ile, zengin iç dünyası ile yerinde bir Kanuni Sultan Süleyman portresi çizilmeye çalışılıyor.

Bir kere dekor ve kostümlere diyecek bir şey yok. Bu bakımdan Tudors dizisinden geri kalmıyor. Ancak senaryo ve diyaloglar zayıf. Tempo ağır. Daha çok dokümanter filmlerin drama kısımlarına benziyor. Çok muvaffak şahıslardan seçilmiş başrol artistleri, diziye uymamış. Uzun boylu, uzun boyunlu, elâ gözlü, zayıf ve o tarihte 26 yaşında bir genç olan Kanuni Sultan Süleyman rolünü, yüz hatları sert, yapılı, mavi gözlü kırkında bir karakter artisti oynuyor. Çok güzel yüzlü, mağrur Makbul İbrahim Paşa rolü, romantik komedilere yakışan sevimlilikte bir aktöre verilmiş. Hafsa Vâlide Sultan gibi çekik gözlü ve hanım hanımcık bir şahsiyete Nebahat Çehre uymamış. Bunları geçelim.

DİLİMİZİ NASIL BİLİYOR?
1) Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktıktan sonra babasının nedimi Hasan Can‘la görüşüyor. Enderun muallimlerinden, âlim ve sanatkâr Hasan Can burada 60’lı yaşlarda ezik memur tipleriyle tanınan bir aktör tarafından canlandırılıyor. Halbuki bu tarihte 30 yaşında idi. Hasan Can’ın oğlu Hoca Sadeddin Efendi meşhur eseri Tâcü’t-Tevârih‘te böyle bir konuşmadan bahsetmez. Film için kurgulandığı farzedilse bile, babasının ölüm döşeğinde kendisini sorup sormadığına dair Kanuni’nin suali üzerine Hasan Can “Sürekli sizden bahsederdi” demesi de tarihe aykırıdır. Tâcü’t-Tevârih Yavuz Sultan Selim’in ölüm döşeğini anlatır ama bundan hiç bahsetmez.

2) Hafsa Vâlide Sultan saraya yeni gelen Hürrem Sultan’la kendi dilinde konuşuyor. Birkaç sahne sonra Hürrem Sultan birine “Dilimizi nasıl biliyor?” diye sorunca “Kırım hanının kızıdır da ondan” cevabını alıyor. O devirde Kırım yarı müstakildir, Rusya ile münasebeti de harb üzerine kuruludur. Kırım’da Rus tesiri bahis mevzuu değildir. Hafsa Sultan’ın Rusça veya Ukranca bilmesi beklenmez.

3) Padişah İbrahim Paşa’yı hasodabaşı yapınca, bir vezir “Bu dönmeyi nasıl hasodabaşı yapar” diye sızlanıyor. Has Oda ve hatta Enderun’un tamamı zaten köle ve devşirmelerden müteşekkildir. Hal böyleyken bir vezirin bu sözü etmesi abestir. Üstelik İbrahim Paşa devşirme değil, 6 yaşında esir edilmiş Rum asıllı bir köle idi. Sonradan ailesini getirtti. Hepsi Müslüman olup Osmanlı hizmetine girdiler.

4) Bir sahnede askerler “Cülûs bahşişimiz verilecek” diye seviniyorlar. Askerlere bakıyoruz, en genci 45-50 yaşında hımbıl adamlar. O yaşta kimse orduda kalmaz.

5) Cafer Ağa idam edildikten sonra Venedik elçisi geliyor ve biri onun idamı kaçırdığını söylüyor. Birkaç sahne sonra başka biri “Venedik elçisi de idamdaydı, ödü patlamıştır” diyor. Hangisi doğru? Üstelik idam böyle ulu orta yerde değil, balıkhanede yapılırdı.

6) Dizinin başından sonuna “sultan” kelimesi defalarca kullanılırken, “padişah” kelimesi hiç kullanılmıyor. Hakikat böyle değildir.

İNGİLTERE’Yİ KİM TAKAR!
7) Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk işi divan toplantısına katılıp bazı kararlarını açıklamak oluyor. Sultan Fatih’ten itibaren padişahlar divan toplantısına katılmaz, belki kafes arkasından dinlerdi. Kanuni Sultan Süleyman’ın katıldığına dair hiç delil yoktur. Ama katılmadığına dair delil vardır.

8) Padişah divan toplantısında Cafer Ağa‘nın muhakeme edilmesini emrediyor. Birkaç sahne sonra bir münâdi padişahın Cafer Ağa’nın idamını emrettiğini söylüyor. Hangisi doğru?

9) Padişah Venedik elçisiyle konuşurken Alman imparatoru Şarlken ve Fransa kralı Fransuva‘nın mücadelesi için “Bakalım kim kayzer olacak?” meâlinde bir söz ediyor. Burada kayzer kelimesinin kullanılmasının doğru olup olmadığı bir yana, bu cümleyle padişah ne demek istemektedir, anlaşılır değildir. Kayzer Roma imparatoru için kullanılır. “Benim rakibim Şah İsmail değil, Şarlken, François, Heny Tudor” derken, İngiltere o zaman Avrupa’nın büyük devletleri arasında bile değildi. Şah İsmail de zaten sığındığı ininde 6 sene sonra öldü.

10) Padişah Venedik elçisiyle konuşurken “Venedik dükü” diyor. Bunun doğrusu “Doç” olacaktır. Doç’un İngilizcesi dük’tür. Mânâsı da başkadır.

11) Dizide Yavuz Sultan Selim oğluna Rodos’u almak üzere kalyonlar yaptırmayı vasiyet ediyor. Halbuki denizcilik tarihine kalyonun girişi bu tarihten bir asır sonradır. Yani o zaman ortada kalyon diye bir gemi sınıfı yoktu.

12) Yavuz Sultan Selim vefat etmiş. Ortada bir matem var. Bir yanda havai fişekler atılıyor, bir yanda padişah eğlence tertib ediyor. Olacak iş değil.

Bu hafta yerimiz ancak bu kadarına yetti. İnşallah gelecek yazıda dizideki harem tasviri üzerinde dururuz...

Ekrem Buğra Ekinci - Türkiye Gazetesi