Kardeş Katli’nin içyüzü

Tarih sohbetlerine çağrıldığımda anlatıyorum dilim döndüğünce. Tarihin bize yabancı bir ülke haline getirildiğinden, bu ‘yabancı ülke’yi yeniden fethetmenin gerekliliğinden, tarihimizi yapan aktörlerin de bizler gibi birer insan olduklarından dem vuruyorum.

Ne var ki, her sohbetin sonunda dallanıp budaklanan sorulardan birisi, özellikle dikkatimi çekiyor: “Bir türlü Osmanlı’ya yakıştıramıyoruz onu” diyorlar. “Ama bir realite olduğunu da biliyoruz. Peki adalete ve hukuka bu denli riayetkâr olduğunu söylediğiniz Osmanlı padişahları nasıl böyle bir insanlık dışı muameleyi gözünü kırpmadan icra edebilmişlerdir?”

İstisnasız konferans salonlarının tavanına bir yıldırım gibi düşüyor bu ağır soru. Öyle ya, elimizde Fatih’in Kanunname’si var, orada da padişahların öz kardeşlerini “nizam-ı âlem” için katletmeleri “münasip” görülmüş, üstelik ulemanın da tecviz ettiği belirtilmiş değil mi?

Evvela Çetin Altan’ın yaptığı gibi, işi boğuntuya getirmeden soğukkanlılık ve ciddiyetle bakmamız şart. Bir defa Kanunname metninin esas ve tam nüshasından mahrumuz. Elimizdeki nüshalar ise sonraki asırlara aittir ve çeşitli tutarsızlıklar içermektedir. Nitekim Kardeş Katli gibi son derece önemli bir hüküm o kadar tuhaf bir yerde karşımıza çıkar ki, ruznamecilerin nasıl el öpecekleri ve hocaların hangi kaftanı giyecekleri gibi teşrifatla ilgili kuralların yanında zikredilmektedir.
Hocam Mertol Tulum’un dikkatli etüdlerine bakılırsa Fatih bir anayasa yazdırmamış, önceki teamüllerin bir dökümünü yapıp zaten var olan uygulamaları kâğıda geçirmekle yetinmiştir. Bir bakıma saray ve idare hayatı hakkındaki bir “tüzük”tür Kanunname.
Aslında “kardeş katli” tabirinin sadece padişahların kardeşlerini öldürmesinden çok daha geniş bir manada kullanıldığımızı unutuyoruz. Yani amca, baba, yeğen, torun gibi hanedan mensuplarının her ne suretle olursa olsun (isyan, başkaldırı, komplo dahil) öldürülmesi gibi pek çok ayrı başlık altında toplanması gereken uygulamaların hepsini kardeş katli çuvalının içine tıkarak anlatmaya çalışıyoruz. Tabiatıyla bu da akıl almaz bir karışıklık doğmasına sebebiyet veriyor. Halbuki Fatih’in Kanunname’sinde sadece “karındaşlar”ın katli münasip görülüyor; baba, amca, yeğen ve diğerlerinin öldürülmesinden söz edilmiyordu. O zaman tam olarak neden söz ettiğimizi belirlemekte fayda yok mu?
Konunun tarihî boyutlarını Abdülkadir Özcan, hukuki boyutlarını Ahmet Akgündüz, dil ve mantık boyutunu da Mertol Tulum yeterince aydınlatmış bulunuyor. A. D. Alderson ise “Osmanlı Hanedanının Yapısı” adlı eserinde meselenin pek fazla dikkat çekmeyen bir boyutunu önümüze açıyor. Alderson, merhametiyle şöhret bulan II. Bayezid’in, Cem Sultan kendisine isyan bayrağını açmamış olsaydı kardeş katli hükmünü yürürlükten kaldıracağını yazmaktadır ki, dikkate şayan bir iddiadır. Devletin bölünmesi ve tahtın güvenliğinin tehdidi gibi vahim bir krizin patlaması üzerine Fatih’in hükmü yaklaşık birbuçuk asır daha yürürlükte kalmıştır. Bence Osmanlı tarihinin tamamı az biliniyor ama bazı dönüm noktaları daha da az biliniyor maalesef. İşte bu dönüm noktalarından birisi, 21 Aralık 1603 tarihinde gelip çatmıştır.
III. Mehmed vefat etmiş ve tahtın iki varisi kalmıştır geride: 14 yaşındaki Şehzade Ahmed ve 16 yaşındaki Şehzade Mustafa. Akli dengesi yerinde olmayan Mustafa, büyük kardeş olduğu halde tahta çıkartılmamış, “seçim” yapılmak suretiyle (seçim? hem de Osmanlı’da?) Ahmed 14 yaşında, 14. Osmanlı padişahı olarak 14 yıl oturacağı tahta çıkarılmıştır. Fatih Kanunnamesi’ne uyarak kardeşini öldürmesi gerekirken, tam bu noktada devreye özellikle hanedanın soyunun devamından kendilerini sorumlu sayan saray kadınları girmiş ve I. Ahmed’i baba ve dedesinin acı bir şekilde uyguladığı bu kararından vazgeçirmeyi başarmışlardır. Gerekçeleri de son derece akla yakındır.
1) Ahmed henüz çocuk yaştadır ve yaşayıp yaşamayacağı belli değildir.
2) Yaşasa bile çocuğu olup olmayacağı belli değildir.
3) Çocuğu olsa bile yetişkin yaşına kadar yaşayıp yaşamayacağı belli değildir.
4) Çocuğu olup yetişkin yaşa erişse bile erkek çocuğu olacağının garantisi yoktur.
Bu çok bilinmeyenli denklem, sarayda biriken aklı, ister istemez Fatih’in Kanunname’sini askıya almak zorunda bırakmıştır. Kardeşi Mustafa’yı öldürmüş olsa, hanedanın tek erkek üyesi olarak kalacak olan Ahmed’in genç yaşta, belki çocuğu olmadan ani ölümüyle hanedanın soyu tükenmiş olacaktı. Bu tehlike karşısında Fatih’in emri bile uygulanmazdı ve nitekim öyle yapıldı. Kardeş Mustafa, Ahmed’in vefatından sonra kısa bir süre tahta çıktı. Fakat Mustafa da o sırada 12 yaşındaki Osman’ı, 8 yaşındaki Murad’ı ve 2 yaşındaki İbrahim’i öldürtmedi. Sebep, aynıydı: Hanedanın erkek soyu tükenebilirdi. Aynı şey, IV. Murad’ın ölüm döşeğindeyken hayattaki tek erkek hanedan üyesi olan kardeşi İbrahim’i öldürme emrinin Kösem Sultan’ın bir oğlunu öbüründen koruma manevraları sonucu engellenmesi olayında da karşımıza çıkar. Demek ki, kardeş katlinde filmin sonlarına gelinmiştir.
Şöyle toparlayalım:
Kardeş katli konusunda üç dönem ayırt edebiliriz: 1) Fatih’e kadarki “Güçlü olan kazanır” dönemi; 2) Fatih’in getirdiği kurallı dönem; 3) I. Ahmed’le başlayan en büyük erkek hanedan üyesinin tahta geçme uygulaması ki, bu uygulama, Osmanlı hanedanında “Hanedan Reisliği” şeklinde halen devam etmektedir.
O zaman şu sonuçları çıkartmak mümkün:
1) Kardeş katli, bütün Osmanlı tarihinde uygulanmış değildir.
2) 1603 yılından sonraki hanedan içi öldürmeler, istisnai niteliktedir ve 300 yıl boyunca öldürülenlerin sayıları iki elin parmaklarını geçmez.
3) Osmanlı hanedan sistemi birçok kurum gibi evrim halindedir ve bu alanda da dengeyi birçok çağdaşı monarşiden önce bulmuştur.
İyi de, yine eksik bir şeyler kaldı içimizde diyorsanız, sorularınızı yazın. Zaten benim de söyleyeceğim bir yığın şey kaldı geriye. Konuya dönmeme vesile olur belki.

Mustafa Armağan