Osmanlıda içoğlanlar nedir ne değildir


Tarihi kişiliği, iftiraya uğrayan kimliği ve bütün yönleriyle bir imparatorluk müessesesi:

İÇOĞLANLAR

İçoğlanı koğuşlarında disiplin son derece sıkıydı. Yatıp kalkma, çalışma ve dinlenme zamanları dakika şaşmazdı, içoğlanları, Enderûn-ı Hümayun Mektebinden aldıkları terbi­yenin mükemmelliği sayesinde Osmanlı Devletine uzun yıllar sadakatle hizmet ettiler.

Son zamanlarda Osmanlı Devleti ve padişahları aleyhinde gerek kitap, gerek film ve gerekse ma­kaleler yoluyla maksatlı, kasıtlı ve yıkıcı yayınlar anmış görünmekte­dir. Şüphesiz her ilim dalının kendine özgü bir metodu vardır. Tarihin meto­du da olayları incelerken mümkün olduğunca tüm belgelere ulaşmak ve onları tarafsız bir gözle incelemektir. Bu arada devrin şartlarına vakıf ol­mak esastır. Ayrıca tarihî olayları iyi değerlendirebilmek için fıkıh, hukuk, coğrafya, edebiyat, mantık, iktisat vs. ilimlerin de belli ölçüde bilinmesi ge­rekmektedir. Oysa bu yapılmadığı gi­bi sadece olayın sonucuna bakılarak veya kelimenin sözlük manasından hareketle hüküm verilmektedir. Mese­la devlete isyan eden bir zümre cezalandırıldımı devrin padişahı kan dökü­cü olur. Oysa bu konuda devletin anayasası, padişahların bağlı oldukları di­nin hükümleri ne demektedir?.. Yol kesenlerin, adam öldürenlerin, hırsız­lık edenlerin, gasp ve yağma hareke­tinde bulunanların İslâm hukukunda cezası nedir? Bir defa olsun bakmaz­lar. Yavuz Sultan Selim'in isyana ka­rışmış kişileri defter ettirip cezalandır­dığını belirtirken bu olaydan önce Safevi hükümdarı Şah İsmail'in Ana­dolu'ya gönderdiği fedaileri vasıtasıy­la 50 bin günahsız kişinin kanına gir­diğini, Osmanlı Devletinin parçalan­ma noktasına geldiğini nedense gör­mezler.

İşte böyle maksatlı bir şekilde Os­manlılar aleyhinde sık sık dile getiri­len konulardan bir tanesi de İçoğlan meselesidir. Buradaki oğlan ifadesin­den hareketle Osmanlı padişahlarına yakışıksız iftiralarda bulunulmaktadır.

İçoğlan, devşirme sistemiyle sara­ya alınıp çeşitli devlet hizmetleri için yetiştirilen kimselere verileri ortak isimdir. Meşhur Osmanlı tarihçisi İ. Hakkı Uzunçarşılı, İçoğlanları hak­kında geniş bilgi vermeden bir mu­kaddime halinde şunları söylemekte­dir;

"Padişahlar; takriben XV. asır ortalarından XVIII. asır başlarına kadar Müslüman-Türk terbiye ve kültürüyle yoğrulmuş, kendilerine sadık bir bende sınıfı yetiştirerek bunların bir kısmını kendi sarayla­rında ve bir kısmını ordularında terbiye ettirdikten sonra Osmanlı Devleti'nin idare ve inzibatını bun­ların ellerine vermişlerdir. Bu söyle­diğimiz asırlarda hemen bütün bü­yük devlet makamları ile Kapıkulu Ocakları'nın dörtte üçü bu zümre­den oluşmaktadır.

Bu devşirme çocukları Yenisaray'a (Topkapı Sarayı) alınmadan ev­vel büyük bir itina ile yetiştirilerek Müslüman-Türk terbiyesi görürler. Dinî muamelatı ve Türkçeyi öğre­nirler. Sistemli tarzda mükemmel bir tahsile tabi tutulurlar ve sıraları gelince liyakat ve kabiliyetlerine gö­re, saray haricindeki muhtelif dev­let hizmetlerine tayin edilirlerdi. Bundan dolayı Osmanlı sarayı aynı zamanda tahsil ve terbiye ile devlet işlerine gönderilecek olanları yetiştiren bir müessese demekti."

XVII. asır Türk tarihçilerinden olan Bosnalı Mehmed Halife, Şeferli Oda'sı İçoğlanları'ndan olup "Tarih-i Gılmanî" adıyla devrin olayları­nı anlatan kıymetli bir tarih kitabı yazmıştır. O eserinin sonunda İçoğlanları'nın yetişmesi hakkında da çok değerli bilgiler vermiş olup tarihe ışık tutmaktadır. Bu bilgileri okuyanlar İçoğlanları'nın nasıl bir edebî, ahlakî ve devlet adamı kimliğine sahip ol­duklarını görürler. Bu itibarla İçoğlanı hakkında bilgi sahibi olmak iste­yenler için Mehmed Halife’nin verdi­ği bilgileri sadeleştirerek aktarmayı uygun görüyoruz.

İçoğlan odaları

"Malum olaki saadetlü padişahı­mızın harem-i muhteremelerinde yetişip terbiye edilen Zülüfkeşan'ın arzularına, dileklerine kavuştukları odaların en şereflisi ve yücesi Habîb-i Ekrem (sallahü teala aleyhi ve sellem) hazretlerinin hırka-i şeriflerinin bulunduğu Has Oda'dır. Kırklar adedince kırk tane şanlı Zülüfkeşan ağa, bizzat saadet­lü ve mehabetlü padişahın gece ve gündüz hizmetindedirler. Bunlar devamlı hırka-i şerife yüzlerin sü­rüp kendi dünya ve ahiret istekleri ve İslâm padişahı içün hayır dualar ederler. Bu hanedeki kişilerin sayısı kırktır. Ne fazla ve ne de eksik olur. Bu kırk ağalar içinde dört tane Arz ağası ve on iki tane Bıçaklı Eski (kı­demli içoğlan) vardır.

İkinci ocak, Hazine Odasıdır ki orada bulunan gılmân-ı zülüfkeşen yalnız hazine hizmeti için tayin olunmuştur.

Üçüncü ocak Kiler Odası'dır. Bunlar da saadetlü padişahın çeşitli şerbetleri ve meyve hizmetine atan­mışlardır.

Dördüncü ocak Seferli Odası'dır Bunlar da padişahımızın libas hizmetine tayin olunmuşlardır.

Beşinci ocak Bazyân (Doğancı­lar) Odası'dır. Bunlar kırk adam olup doğanlar hizmeti için tayin olunmuştur. Bu beş odalıya kaftan giydikleri için "Kaftanlı" denilmek­tedir.

Altıncı ocak Hane-i kebîr (bü­yük oda), yedincisi Hane-i sağir (küçük oda)'dır. Bu iki odalının pa­dişahla ilgili bir hizmetleri yoktur. Yalnız okumak ve yazmakla meşgul olurlar. Bunlara, dolama giydikleri için "Dolamah" denilmektedir.

Günlük hayat

Yukarıda zikr olunan her bir odalı ne hizmete tayin edildiler ise âdâb ve erkân ile hizmetlerini yerine getirdikten sonra her biri kendi dai­relerinde dakika kaybetmeyip kimi hüsn-i hat (güzel yazı) yazar, kimi Kur'an-ı kerimi ezberlemeye ve tec­vide çalışır, kimi de dinî ilimleri en iyi şekilde öğrenmek ve öğretmek için çalışır, gayret sarfederler. Eski âdetleri üzere yaz ve kış, akşam na­mazından yarım, bazan da bir saat önce herkes abdest alır, yerlerinde oturup ezan vaktine kadar Kur'an-ı kerim okurlardı. Akşam namazını kıldıktan sonra devam ettikleri Kur'an tilâvetini yatsıya yakın bıra­kıp abdest yenilerlerdi. Sonra yatsı ezanına kadar yerlerinde âdâb ve erkân üzere otururlardı. Ezan okun­duğu gibi ikişer ikişer çift olup edep ile Hünkar Mescidi'ne giderler, bu­rada her odalı özel yerlerinde saf tu­tarak cemaat ile namazı kılarlar, sonra imam ile beraber hepsi ayağa kalkar ve saadetli padişaha dua ve sena ederlerdi.

Bundan sonra herkes odasına va­rıp, ayak üzere durup padişahın selametliği için ve geçmiş padişahlar ruhu için üç ihlas ile bir fatiha-i şeri­fe okuyup yatarlardı.

Seher vaktinde, fecr doğmadan evvel herkes yerinden kalkıp âdet üzere giyinir ve abdest alırlar. Sonra sabah namazı vaktine kadar mekan­larında Kur'an-ı kerim okurlar. Sa­bah namazını kıldıktan sonra güneş doğunca herkes halifesi (hocası) önüne varıp Kur'an dersi alırlar. Bu vakitlerde ders okuyan bazı kardeş­lerin kendileri güzel ve sevimli ol­dukları gibi sesleri dahi güzel ve şi­rindir. Bunlar o derece latif ve medhe layık tarzda yüksek ve yanık davudî sesleriyle çeşit çeşit makamlar­la Kur'an okurlar ki işiten onlara hoşluk, ölmüş gönüllere yeni hayat verir.

İnşaallah, Allahü Teala hazretle­ri burada okunan Kur'an-ı azîm hürmetine bu sarayları yaptıran pa­dişahlara bol bol rahmet eyleye. On­lar toprakta yattıkça bu sarayları ma'mur ve abâd, saadetlü padişahı­mız Sultan Mehmed Han (IV. Meh-med) hazretlerini uzun ömürle hoş­nut eyleye.

Diğer faaliyetler

Bahsi geçen vakitlerin dışında, sultanla ilgili bir hizmet olmadıkça yazı ile uğraşırlar çeşitli ilimlere dikkatle çalışırlar. Yıl başına kadar bu şekilde hareket ederler. Lâkin iki bayramın ilk iki gecesinde pa­dişahın izni ile çeşitli eğlenceler tertip ederler. Her biri kudretine göre atlas, diba, serenk yahut şîb kaftanlar kuşanırlar. Buna göre ince ve güzel çamaşırlar, kumaş ve sırmalı takyeler, kuşaklar ve kumaş terlikler giyerler. Çeşitli hoş ve latif buhur, anber ile kokulanırlar.

Ertesi gün saadetti padişahımız bayram namazını kıldıktan sonra saadetle has oda önündeki taht-ı şe­rife Neriman-vari oturduğunda zülüflü ocağından kırk adam ve diğer­leri, usuliyle gelerek padişahımızın mübarek eteğini öperler. Kilerli ve Seferli'li de bu biçimde varıp etek öptükten sonra herkes odasına dö­ner, birbirleriyle musafaha ederler. Şenlikler dört gün dört gece devam eder. Sonra her biri muratlarına ulaşıncaya kadar eskisi gibi yine okuyup yazmaya ve usulünce hare etmeye devam ederler.

Hazineli, Kilerli ve Seferli'ler, yer açıldıkça nöbetle ve yoluyla Has Oda'ya geçerler. Her bir odadan nöbetle ve sıraya göre Has Oda'ya girilir. Mesela her odadan, başta kim bulunuyorsa o gider. Bunlar­dan Has Oda'ya gitmeyenler, kendi derecelerine uygun bir vazife ile dı­şarı çıkarlar. Çoğunluğun vazifele­rini tamamlayıp arzuları üzere mu­ratlarına erdiklerinde Enderun'da, yirmişer-otuzar adamlardan başka kimse kalmaz. Onların yerine Gala­ta, Edirne ve İbrahim Paşa sarayla­rından taşra çıkmayan (mezun ol­mayan) yeni hizmetliler odalara da­ğıtılıp edep ve terbiye ile yetiştirilir­ler. Ta ki bunlar da isteklerine, ar­zularına kavuşuncaya kadar. Çık­manın (mezuniyet) en aşağı süresi yedi, en uzun süresi sekiz senedir. Cenâb-ı Bari-i Hüdadan dileğimiz budur ki bu güzel âdet ve erkânı zamanın tehlikesinden ve düşman­ların kötü nazarlarından korusun...

Zamanımızda saadetlü padişahı­mızın Kur'an okuyan görevlileri ile dolu cennet gibi dört sarayı vardır. Bunların her biri sanki Din-i Muhammediye'nin ve Devlet-i Osmani­ye'nin temel direği ve cihanın kut­budur. Şu yolla ki, yukarıda zikret­tiğimiz tertip üzere dört sarayda dört bin "Kelamullah" gece ve gün­düz padişahın devletinde açılıp oku­nur. Sonunda Osmanlı Devleti'nin devamı ve saadetli padişahımızın dünya ve ahiret isteklerinin yerine gelmesi için dua edilir.

Ocaktan yetişen ilim adamları

Fesahat ve belagat sahiplerinin kaynağı olan bu sultan sarayların­da zamanımızda da pek çok değerli, mübarek ve zarif kişiler yetişmiş­tir. Birkaçını bildirelim:

Asrımızda yetişen halifelerin güzîde ve mümtazı, maarif mey­danının şahbazı Ali ibni Ebi Talib'in ismini alan hazineden git­me Has Oda'lı Ali Ağa'dır. O, çeşitli ilimlerde mahir, hadis ve tefsir ilimlerinin nakline kadir bir kimsedir. Zamanın ne kadar faziletli bir zatı olduğu, sarayda şöhret bulan "Şifa-ül mü'minin" adlı eseriyle bellidir.

Bu ağanın seçkin talebesi, Resûl-i ekremin adaşı Mirza Mehmed Ha­life idi ki, o da tefsir, hadis, fıkıh, feraiz ve aklî bilimlerde eşi az bulu­nur çeşitli ilimlerde maharet sahibi bir zât-ı şerif idi. Hatta "Fıkh-ı Keydanî"yi Kaside-i Tantarani"yi ve "Kaside-i Münferice"yi gayet gü­zel tercüme edip, saadetli padişahı­mıza verip büyük ihsanlara mazhar oldu...

Yine Hz. Peygamberin (sallahü teala aleyhi ve sellem) ismini alan kiler imamı Mahmud Halife namında bir zat fen ilimle­rinde eşsiz ve akranları arasında emsalsiz olduğundan Galatasarayı hocalığına tayin olmuştur.

Seferli Odası'ndan Tokatlı Ali Halife fıkıh ve feraiz ile çeşitli fen ilimlerinde mahir olup daha sonra o da Galatasarayı hocalığına çık­mıştır. Şair Abdurrahman Çelebi zamanın fazıl kişilerinden biriydi. "Recep Halife hatt-ı ta'lik'de sarf, nahiv, mantık, meani, fıkıh, feraiz, hadis ve matematikte gayet mahir bir kimse idi.

Bekir Halife, Tatardı. O da sözü edilen bilimlerde Recep Halife'yi andıran ona denk bir kimse idi. Se­lim, Hasan Mahmud Halifeler de her fende üstün kimselerdi.

Güzel yazı yazanlar arasında da Müezzin başı Gürcü Mustafa Ağa, Miftah Ağası Voynuk Mehmed Ağa, Çamaşırcı başı Mustafa Ağa, Meh­med Çelebi, Ahmed Halife, Davut Halife, Hafız Ömer Halife, Kadıköylü Müezzin Mehmed Çelebi, Kuyumcuzâde Küçük Mehmed Çelebi, Hafız Mustafa, Türk Ali vs.dir. Öteki odaların bilim erleri­nin anlatılması için sözü uzatmak gerekir."

XIX. yüzyıl başlarından itibaren Enderun'un yerini modern müessese­lerin alması ve uzun bir süreden beri devşirme sisteminin bozulması sebe­biyle önemini kaybeden içoğlanı is­tihdamı 1833'te resmen ortadan kalk­mıştır.

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

BİBLİYOGRAFYA:

1) Mehmed Halife, Tarih-i Gılmanî, İstanbul 1340,

2) Lütfı Tarihi, c.IV, İstanbul 1328,

3) İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin Sa­ray Teşkilâtı, Ankara 1984.